Atatürk stadındaydım. İzlediğim maçın kritiğine geçmeden önce As Akyazı gibi güçlü rakibini yenerek BAL ligine çıkmayı başaran Karasusporu yürekten kutlamak isterim. O gün sahada maçı kazanmak için ellerinden geleni yaptılar ve sonunda da maçı kazanıp adlarını BAL ligine yazdırdılar. Böylesine bir başarıyı elde eden bir takım sadece alkışlanır ve de kutlanır.
Gelelim maça; Karasu karşısında Akyazı’yı tanımakta zorlandım. Bir iki oyuncu hariç diğerlerinin maçla yakından uzaktan ilgileri yoktu. Onlar maç bitse de bizde evimize gitsek der gibi sahada duruyorlardı. Takımın büyük çoğunluğu aynı düşüncede olunca elbette ki rakibini yenemez ve BAL liginden de düşersin.
Ben As Akyazı’yı bu sezon hiç izlememiş, futbolcuları tanımamış, kalitelerini bilmemiş ve sadece bu maçı izlemiş olsam oynadıkları futboldan ötürü tek bir eleştiri yapmaz sadece bu takımın gücü bu kadar der geçerdim.
Halbuki ben bu takımı bir sezondan beri izliyorum. Takımda yer alan oyuncuların tanıyorum ve kalitelerini biliyorum. O nedenle Salı günkü maçı izlediğimde ortada anormal bir durum olduğunu anladım ve araştırmasını yaptım. Bakın neler öğrendim.
As Akyazı yönetimi futbolculara olan maaşlarını zamanında ödememiş. Maça bir gün kala bir miktar para ödemesi yapılmış ve oyuncuların gönülleri alınmak istenmiş ama oyuncular bu durumu kabullenememiş. Daha önemlisi dağıtılan eksik paraları aldıktan sonra bir araya gelerek oynayacakları maçla ilgili ortak bir karar bile almış.
Bütün bunlar olurken yönetim ve özellikle de teknik patron ne yapmış. Kocaman bir hiç. Onlar sadece zaten göz önünde cereyan eden gelişmeleri hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi sadece ve sadece bakmakla yetinmişler. Hal böyle olunca maçı kazanmak şansa kalmış oluyordu ki, o şans Salı günü Akyazı’nın yanında değildi. Bunu kabul etmek lazım.
As Akyazı’nın izlediğim maçlarında bana en çok güven veren yeri defansıydı. Salı günü o defansa adeta sefilleri oynadı. İlk goldeki hatalarının yanı sıra yenilen ikinci gol Akyazılı oyuncuların rakip takım oyuncularına ikramıydı.
Dediğim gibi oyuncularımızın birkaçı hariç diğerleri sahada sadece gezinip durdular ve aman top bana gelmesin düşüncesiyle hareket ettikleri için sürekli olarak toptan kaçtılar. Toptan kaçan oyuncuların başında Yusuf geliyordu. 90 dakika boyunca takımına olumlu bir katkısı olmadı. Sürekli toptan kaçtı ve sanki görev yeri orasıymış gibi sürekli defansa gelip top çıkarma gibi anlamsız bir tutumun içine girdi. Hele hele maçın henüz başlarında kaleci ile karşı karşıya kaldığı pozisyonda o topu ağlarla buluşturması içten bile değilken, topu kaleciye teslim etmesi Yusuf gibi klasını ispatlamış olan bir futbolcuya hiç mi hiç yakışmadı. Teknik patronun bu oyuncuya 90 dakika nasıl tahammül ettiğini doğrusunu söylemek gerekirse anlamakta zorlandım. Tabi sadece Yusuf değildi toptan kaçan ve sürekli olarak topun bulunmadığı alanlarda gezinen. Birçok oyuncu da Yusuf gibi hareket etti.
Maçı izlerken kalitelerini ve klaslarını bildiğim oyuncularımızın sahada hiç top oynamamaları, sürekli olarak topun olduğu yerlerden kaçıyor olmaları bu işte bir şeytanlık var dedirtti ve aklımı karıştırdı. Akyazıspora gönül vermiş sporseverler gibi Ben de futbolcuların şartlar ne olursa olsun sahaya çıkıp adam gibi futbol oynamalarını ,
yenileceklerse de iyi futbol oynayarak yenilmelerini beklerdim. Çünkü bizim takım bunları yapabilecek kalitede ve güçteydi. Onun için takımı ligden düşüren oyuncuları da şiddetle kınıyorum. Onlara her şey para demek olmadığını hatırlatmakta da yarar görüyorum.
İzah etmeye çalıştığım olumsuzların yaşanmasındaki en büyük suç ve sorumluluk elbette ki önce yönetim sonra da futbolcularına sahip çıkamayan, futbolcularını bu önemli maça doğru dürüst hazırlayamayan, maç sırasında oyuna müdahale edemeyen, taktik bakımdan sınıfta kalan teknik patrondadır.
Geçmişte olduğu gibi gelecekte de tarih Belediye ve kulüp başkanı Yaşar Yazıcıyı takımı BAL ligine çıkartan sonra da düşüren, Sait Okur’u da yine takımını küme düşüren teknik patron olarak anacaktır. Bilmem anlatabildim mi?