31 Ekim 2014
Aziz Mü’minler
Yıl 680, Muharrem ayının 10’u. Resulullah (as)’ın vefatından 48 yıl sonra… Ve iktidarda Emevi hükümdarı Yezid.
Ülke idaresini elinden kaçırmama adına, Efendimizin (as) “Hasan ve Hüseyin benim dünyada öpüp kokladığım reyhânımdır” diyerek sevdiği Hüseyn’i, 4000 askeriyle, üç gün boyunca kuşatmıştı. Rasulullah (as)’ın torunu Hüseyn 57 yaşındaydı. Yezid’in askerlerinin kendilerini öldüreceğini anladı ve Muharrem ayının 9’unda yanında bulunan 71 kişiye, geceden istifade ederek gitmelerini, canlarını kurtarmalarını söyledi. Fakat Cennet kokusu alan o insanlardan Hz. Hüseyn’i terk eden olmadı. Ve Bir Aşûra gününde Hz. Hüseyin ve yanındaki güzel insanlar şehitlik mertebesine ulaştı.
Gönlü Hz. Hüseyn’in (r.a.)’ın saflarında olan biz Mü’minler!
Yaratılış gayemizi hiç unutmadan, Hâlık’a ve mahlûkata karşı olan sorumluluklarımızı ihmal etmeden, Hz. Hasan ve Hüseyn’in prensipleriyle yaşamaya vicdanen söz vermeliyiz. Allah’a kulluğun, hakkın, adaletin ve merhametin, bireysel ve toplumsal hayatımıza hâkim olması için, elimizden gelen bütün gayreti göstermeliyiz. Vicdanımızı her daim temiz tutarak, Hakk’ın tüm yaptıklarımızın şahidi olduğunu unutmamalıyız.
Hatırladıkça hüzünlendiğimiz bu hadiselerden yüzyıllar sonra yaşayan bizler, aynı acıların bir daha yaşanmaması, ümmetin hiçbir ferdinin canının ve malının zayi olmaması için, Muharrem ayını doğru anlamaya belki de her zamankinden daha fazla muhtacız.
Biz Müslümanlara düşen görev, tarihin güzelliklerini yaşadığımız dönemin şartları içinde yeniden yaşamaya gayret göstermek, bizleri doğruya yönlendirecek olumlu sonuçlar çıkartabilmektir. Rabbimizin; “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın… ilahi hitabından ibret alıp, bu emre uygun hareket ederek yaşamak; tarihin yanlış ve üzücü örneklerini tekrar ettirmemek ve bunun için elimizden ne gerekiyorsa onu yapmak, her birerimizin en temel prensibi olmalıdır. Zira yaşadığımız yüzyılda Ümmet-i Muhammed’in yaşadığı her toprak parçası Kerbelâ görünümündedir. Günümüz Kerbela’ları yaşanırken bizim alacağımız tavır Hakkın ve Hakkaniyetin yanında olmak, zalimlerin değil, mazlumların tarafında olduğumuzu Cihana duyurmaktır.
Aziz Kardeşlerim!
Aşûra günleri dinimizde makbul bir oruç ve Dua zamanlarıdır da aslında. Hz. Peygamber (sav) Muharrem ayının 9, 10 ve 11. günlerinde oruç tutmayı ashabına tavsiye ederek şöyle buyurmuştur:
“Ramazan ayından sonra tutulan oruçların en hayırlısı, Allah’a izafetle (Allah’ın ayı denilerek) şereflendirilen Muharrem ayında tutulan oruçtur. Farz namazlardan sonra en faziletli namaz ise, geceleyin kılınan namazdır.”
Peygamberimiz, bir başka hadiste de, Aşûra günü’nde tutulan orucun, bir yıl önce işlenen hata ve günahların bağışlanmasına vesile olacağını müjdelemiştir.
Müslüman Türklerin dinî halk geleneğinde önemli bir yer tutan aşûre aşı ise, aynı zamanda Muharremin onuncu günü başlamak üzere, daha sonraki günlerde de özel merasimle pişirilip dağıtılan tatlıya isim olmuş ve sosyal dayanışmaya önemli katkılarda bulunmuştur. Çok eskiden beri devam eden aşûre aşı, Osmanlılar döneminde sarayda da pişirilmiş, “aşûre testisi” adı verilen özel kaplarla da saray dairelerine ve halka birkaç gün süreyle dağıtılmıştır.
Birlik ve beraberlik, Ümmet-i Muhammed’e Allah’ın bir emridir. Ümmeti Muhammed aynı inançta, bir ve beraber hareket ettiği takdirde ilahi müjdelere nâil olacaktır. Bu sebeple “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın! Parçalanıp bölünmeyin! Allah’ın size olan nimetlerini hatırlayın! ” âyeti kerimesi her hal ve şartta hayat prensibimiz olmalıdır.
Yüce Rabbimiz günümüzü, ayımızı ve yılımızı hayırlara vesile eylesin.
Hazırlayan: Mehmet ÇATALLAR, Adapazarı Çark Camii İmam-Hatibi
Redaksiyon: İl Hutbe Komisyonu